Ana içeriğe atla

OUR LITTLE SECRETS SPECIAL EDITION



Sevgili blogdaşım N.'yle tanıştığımda Kore'den yeni dönmüştü. Kendisini tanıdıkça seyahat sevgisini, Uzakdoğu merakını ve özellikle Japonya hayranlığını da tanıdım. Uzakdoğu kültürlerine merak duymaktan oldukça uzak biri olarak hep şaşkınlıkla izledim bu merakı. Bu arada iki sefer Japonya'ya gitti, muhtemelen daha dönüş yolunda bir sonraki seyahatin planını yapmaya başlıyor. :) Bu sefer küçük sırları döken yedi soru hakkımı Japonya sevgisini anlamaya çalışmak üzere kullandım. 

1-    NEDEN Japonya ? Bu klişeye düşeceğim evet. Japonya’yı uzaktan sevmeye ne zaman ve nasıl  başlamıştın ?

Hmm, tam olarak bilmiyorum... Çok küçük yaşlardan itibaren gezmeye ve farklı kültürlere merakım oldu (omg klişe soruya double klişe cevap!)  Japonya’nın ilginç, eksantrik ve çook uzak bir memleket olduğunu anlamamla birlikte sanırım merakım arttı. Lisede öğrenci değişim programıyla Japonya’ya gitmek istemiştim; ama o yıl Japonya seçilebilecek ülkeler arasında listelenmemişti (sonra Belçika’da bittim). Japonya’ya gidemedim diye dünyam yıkılmıştı (o yaşlarda insanın kağıttan dünyası oluyor tabii). İlgim ve merakım hiç ölmedi, türlü kitaplar ve belgesellerle hep diri kaldı. İlk gittiğim Asya ülkesi Japonya olamadı, ama sonunda 30’larımın başında farklı sebeplerle iki defa gitmeyi başardım.

2-    Japonya seyahatlerin sevgini iyice arttırdı. Peki seni hayal kırıklığına uğratan hiçbir şey yok mu?  (Cinsel içerikli tuhaflıklar ayrı bir soruda).

Benden şunu duymak istiyorsun sanırım: Evet, çok ataerkiller, savaş esnasında çevre ülkelere çektirmişler ve hatta nesli tükenen balıkları avlamak suretiyle Pasifik canlılarına da çektirmekteler. Tüm bunları bilmeme rağmen “hayal kırıklığı” olabilecek bir şey yaşamadım. Ancak son Japonya seyahatinde Tokyo’da rush hour’da metroya binmek gibi bir hatada bulundum. Görevlilerin insanları ölümüne bastırarak kapıları kapatması, vagonlarda herkesin (literally!) birbirine yapışık şekilde giderken Japonların istifini bozmadan sudoku çözmesi, manga okuması filan inanılmaz sürrealistti... Bir de “women-only” trenlere bakışımı da değiştirdi (sadece Japonya bağlamında !). Yani öyle bir ortamda taciz etmek veya tacize uğramak an meselesi (!)
Son olarak, çok “punctual” bir insan olduğum için benim açımdan aslında sorun yok, ama gerçekten sinir bozucu derecede dakikler. Hızlı treninin 30 sn gecikmesini ulusal ayıp sayıyorlar. Ya da bir otelde kahvaltı 10’da kapanıyor diyorsa 10’u 1 geçe salonun önünde ölüm orucuna gir, umurlarında olmuyor. Zira denilen saatte hazır olmayı beceremediysen shame on you !

3-    Japonların cinsellikle olan tuhaf ilişkisi hepimizin malumu. Blogumuza erişim engeli geliştirmeyecek bir gözlemini anlatır mısın ?

Ahahaha. Açıkçası o ilişkiyi çözebilecek kadar bilgim ve gözlemim yok. Sadece ilk gidişimde kocaman bir kitapçı görüp dalmıştım, meğerse sadece Hentai satıyormuş. Şok bir şekilde kitaplara ve çevredeki sakin, kendi halinde takım elbiseli Caponlara bakıp dehşete düşmüşlüğüm var. Bir de evet, metroda filan da aleni bir şekilde sanki Tolstoy okuyormuşçasına açıp okuyorlar. Hiç utanma yok ayol !
Bu soruyla ilgili şu belgesel serisini izlemeni öneririm J

4-    Japonya’ya iki kez ve sadece sırt çantanla gittin. Minimal seyahat sırrın nedir ?

Seyahatlerde oldukça minimalimdir zaten. Ancak Japonya’ya her seferinde sırt çantasıyla 5-6 şehir gezmek üzere gittiğim için ayrı bir hesap kitap ve çılgınlıklar gerekti. Öncelikle sıklıkla konukevlerinde kaldığımdan yanımda çok az giysi götürüp kirlendikçe evlerdeki çamaşır makinesinde yıkadım. Zaten seçtiğim kıyafetler genelde çok sade ve tek parça oluyor ve bunları her zaman vakumlu torbalarda götürüyorum (kıyafetlerin boyutunu yarıdan aza indiriyor biliyorsun). Seyahat boyu ürünlerin dışında kullandığım losyon ve kremleri sadece kalacağım günlere yetecek kadar minik kaplarda götürüp bittikçe attım. Light okumalar (dergilerden çıkan veya beni hiç tanımamış birilerinin hediye ettiği kütüphanemde olmasa da olur dediğim kitaplar) götürüp bitince orada bırakmak suretiyle “eşya bıraktığın yere geri dönersin” batıl inancımı besledim. Bir de hani çok eski, bir türlü atmaya veya yer bezi yapmaya üşendiğin kıyafetler vardır ya, onlardan bazılarını da son giyiş yerim Japonya oldu J (Birkaç seyahatte benzer türde kıyafetleri hayır kurumlarına bırakarak dönmüşlüğüm de var).  Sadece seyahatlerde kullandığım bez çantalarım, inanılmaz hafif terliğim ve peştamelim var. Onlarsız asla olmaz.. Yolculuklara sadece ufak bir çantayla gitmek beni alışveriş yapmaktan da alıkoyduğu için ayrıca ekonomik oluyor. Böylece “yerim yok” diyerek gereksiz hiçbir şey almıyorum. Aileme ve arkadaşlarıma da sembolik hediyeler getiriyorum. 
Ve evet, son yıllarda sıklıkla bütün evi götürmeye çalışan Safiye Soyman kod isimli şahısla gezdiğim düşünüldüğünde kendisinin zor anlar yaşadığını tahmin edebilirsin...

5-    En beğendiğin şehir-yemek-müze-otel ? Bunlardan biraz söz etsen ya!

Şehir: Puslu bir kış öğleden sonrası Kyoto’da Fushimi İnariye çıkmışlığım ve büyülenmişliğim var. Neyi ne zaman gezdiğinin çok önemi var bence neyi neden sevdiğin üzerinde. Ben de canımın çok sıkkın olduğu bir dönemde bu yeri gezmiştim ve ruhuma çok iyi gelmişti. Sonradan tekrar gittim, her seferinde beni çok etkiledi. Japonya’da dünya savaşından sağlam çıkmış ve geleneksel Japon mimarisini korumuş az yer var. Kanazawa’da geishaların olduğu bir bölgedeki evde kalmıştım. Geleneksel ufak dükkanlar, restoranlar, Japon bahçeleri çok güzeldi. Ama o gökdelenli, ışıkların hiç sönmediği modern Japon şehirlerinin de ayrı bir havası ve büyüsü var tabii.  

Otel: Genelde konuk evlerinde tatamiler üzerinde uyumak suretiyle oldukça geleneksel yerlerde kaldım. Minimal sade ev düzeni ve Japon ev sahiplerinin misafirperverliği beni çok iyi hissettirdi. Birkaç defa otellerde de kalmışlığım var. İnanılmaz ufak odalar, ama ihtiyacın olabilecek her şey (kettle, ütü makinesi, kozmetik ürünler, pijama vs) odada mevcut. Bir de duymuşsundur, Japonya’da tuvaletler genelde otomatik ve tabii ki inanılmaz hijyenik. Seyahat açısından bu detay çok önemli bence.

Yemek: Japon yemeklerini genel olarak seviyorum. Bence son derece sağlıklılar. Gerçi ikidir görmemiş gibi yeşil çay ve yeşil çaylı ürünlere saldırıp midemi alt üst etmişliğim var, ayrı konu. Ayakkabı çıkarıp girilen klasik ufak Japon restoranları ve İzakaya denen meyhaneleri her seferinde beni şaşırttı. Yani lezzetleri ve bazen “bu nasıl yenir” dedirten sürpriz yiyecekleri bir yana bu mekanların kendi içindeki dinamiği, sosyal yapının bir parçasını yansıtan kültürel boyutu çok keyifli.
Ayrıca Japonya’da şu var: Mesela sıradan bir yemeği alıp kendi yorumlarını katıyor ve inanılmaz güzel yapıyorlar. Yani yediğin krep veya cheese kek veya hamburger olsun, kendi hayal güçleri, damak tatları ve yaratıcılıklarıyla onu hiç düşünemeyeceğin şekilde yapıp koyuyor önüne.. Bir de bahşiş olayı Japonya’da yok ve hatta aksine iyi karşılanmıyor. Bence bu çok rahatlatıcı bir şey, yani az verdim çok verdim olayına girmiyorsun.

Müze: Gezdiğim müzelerin çoğu Japoncaydı, biraz zorlandım. Ve genelde çoğu müzede (bu Toyota müzesi de olabilir Noddle müzesi de olabilir) bazen açıkça bazen üstü kapalı çocukları ve gençleri meraka, keşfetmeye ve ülkesi için çok çalışıp yeni şeyler üretmeye teşvik mesajı veriliyor. Ara sıra ben de çıktığımda “yes, I should never give up” demedim değil (!) ... Bir de Hiroşima’daki savaş müzesinden elbette çok etkilenmiştim.

6-    Japon İmparatorusun ve aşık olduğun bu ülkede herhangi bir şeyi yasaklamak hakkın var. Ne yasaklarsın ?

Çok zor soru be ! “Yasakçı zihniyet” olmayayım şimdi... Ama gelin şu kadınlara yönelik ayrımcılığa bir el atalım, derim. Ayrıca bir rahat bırakın şu balinaları derim. Ay düşündükçe başka bir sürü şey dermişim gibi geliyor, en iyisi bu soruyu çok derinleştirmeyeyim.

7-    Japonya’dan bir şeyi (şehir, bina, dağ vs sky is the limit) veya Japon kültürünün bir yanını ayneeen Türkiye’ye getirme kudretin var diyelim (ama bu şeyi çalıyoruz, Japonya’da kalmayacak artık) ne getirirdin ?

Yukarıda bahsettiğim hep yeni keşifler yapma arzusu, gençlerin buna teşvik edilmesi, hep en iyiyi bulma ve geliştirme çabası ve elbette ki sağlam bir iş ahlakı ve disiplini ! Tabii tıpkı Japon bitkileri gibi her tohum her ülkenin hava koşullarında filizlenmez, nihayetinde bir Akdeniz ve Orta Doğu kültürüne sahibiz, ama why not ? Caponlarda artık olmayacağı fikri üzücü, ama yeteri kadar kalkındılar, biraz da biz teknolojiyi şahlandıralım.

Son bir not: Meraklısı için Xenophobe’s Guide to the Japanese kitabını şiddetle öneririm.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

URUMÇİ UYGUR RESTAURANT

 Urumçi Uygur Restoranı denedik. Dostlar, midenizde salça ve sarımsağa yer açın ! Uzak doğu mutfağındaki eksik salçayı bulmuş koymuşlar ! Yediklerimiz: 1- Acılı patates (resmi yok) 2- Patlıcan ve fasulye kavurması 3- Nefis sebzeli et 4- Buharda pişmiş ekmek Sofraya oturur oturmaz da bir termos çay getiriyorlar. Bildiğiniz düz çay. Hani yeşil çay filan olsa daha iyi olurdu... Öncelikle, genel olarak memnun kaldığımızı belirtmeliyiz. Porsiyonlar büyük ve doyurucu. 4 kişi bunlarla fazlasıyla doyduk. Lezzete gelince, sebzeler güzel ve tatları aynıydı (salça ve sarımsak onları birleştirmişti), Asya usulü diriydi, hoşumuza gitti. Ekmek, hayatınızda görebileceğiniz en beyaz ekmek olabilir. Ayrıca tuzsuz idi. Yemeğin tadını dengeledi. Etli sebze yemeğinin içinde değişik bir mantar vardı, çiğne çiğne bitmez. Toplamda 76 TL ödedik. Bir daha gider miyiz? Evet ! Not: Çıkışta bi' büfeden naneli sakızınızı şekerinizi alın deriz. Ç.&N.

Variante Breakfast & Coffee'de kahvaltı + Mazi Antika Cafe'de kahve

Variante 'yi bir gece kapalı olduğu bir saatte gördüm, logosu falan hoşuma gitti. Derken haftasonu gitmeye çalışma gafletinde bulunduk, rezervasyon gerekmekteymiş.* Hafta içi olunca boştu, sonra iki masa doldu ve tosun bir kedi geldi. Mekan tabelasından başlayarak oldukça hoş. Servis kasecikleri neşeli çiçekli şeyler. Hatta porselen kaşıklar geliyor, onlar bile desenli. Yani ortamı beğendik. Tek sıkıntı, dükkanın caddenin sabah güneşi alan tarafında olması. Epey bunaldık otururken, esmiyordu zira. Yemelere gelince, biz iki kişilik kahvaltı istedik, 55 TL. Gayet doyurucu, fiyat - lezzet - porsiyon dengeli. Kahvaltı şunlardan mürekkep: 5-6 çeşit peynir (hepsi lezzetli ancak olağanüstü değil) , yeşil-siyah zeytin, salata (evet söğüş değil adeta bir salata), salam (biz geri gönderdik), pişi, sigara böreği, domates ezmesi gibi bir şey, istediğiniz şekilde yumurta (biz omlet gibi istedik, gayet iyi pişmiş olması ziyadesiyle memnun etti), fındık kreması, tereyağ, vişne? reçeli (kava...

Kırmızı Ruj Sorunsalı

by N. Çok möhim bir mevzuu. Bir kırmızı ruj ki sizi palyaço da yapabilir, Marilyn Monroe da...  O sebeple bu konuda ne kadar bilgilenirsek o kadar iyi (!) dedik ve naçizane deneyimlerimizi paylaşmak istedik.   Öncelikle favorimi en baştan belirteyim: Sol fotoğrafta gördüğünüz  1+1 Hydro Glossy Lipstick 04 Peach Red . Beyaz tişört-kot pantolon kombinini sizi üzmeden tamamlatacak bir ürün. Hem oraya buraya bulaşmıyor, hem dudağı kurutmuyor hem de tazelemediğiniz zaman dudak kenarına doğru silik kötü bir görüntü bırakmıyor. Ben bu Japon menşei markayı çok sevdim, gittim aynı rujun  Cosy Pink ’ini de aldım (uçuk bir nar çiçeği), ancak belirtmeliyim ki o renkten bu kadar memnun kalmadım. Bu markayı  Miniso mağazalarından bulabilirsiniz. Üçüncü fotoda sağda ön tarafta duran  Clinique 03 Ruby Pop sizi 1950’ler kadını yapacak bir renk. Biraz iddialı gibi duruyor, özgüveninizin düşük olduğu günlerde sürebilirsiniz. Üstelik min...